Film Kritik (Siyah-Beyaz Seçki)

Siyah Beyaz Kuşak – Sinemanın Hikâyesi

     "1800’lü yılların sonunda yeni bir sanat formu keşfedildi. Hayallerimize benziyordu. Filmler artık multi milyarlık bir global eğlence sektörü. Ama onları yöneten gişe başarısı ya da gösteri dünyası değil. Tutku, sevgi. Bu tutkuyu bulmak için dünyayı dolaşalım sinemanın hikâyesini birlikte dinleyelim." (The Story Of Film An Odyssey'den alıntı.) 

    Briot der ki; "Bütün öbür sanatlarda olduğu gibi sinemada da yalnızca ustalar vardır." Sinema bugününe ustaları sayesinde geldi. Tüm bu olanlar yaşanmadan önce toplumun daha yavaş dönüşümünü sağlayacak araçlar da vardı elbette. Gölge oyunları, tiyatrolar ve tek kişilik gösterimler bu araçlardan bir kaçıdır. Türkiye’de ise sizlerin de iyi bildiği Karagöz ve Hacivat günlük hayatta önemli yer tutmaktaydı. Dünya dönmeye devam ederken Antik Yunan'da kimsenin göremediği bir şeyleri gördü Aristo; Obscura.



Obscura
   Kamera Obscura fotoğraf makinelerinin atasıdır, fotoğraflar da sinemanın. En basit şekliyle bir duvarında küçük bir delik bulunan karartılmış bir odadır. Bu delikten geçen ışık karşı duvarda, dışarıdaki görüntünün baş aşağı gelmiş biçimini oluşturmaktadır. Bu olay ilk kez MÖ 4. yüzyılda Aristo tarafından değinilmiş, daha sonra geliştirilerek resim yapımında kullanılmıştır.     
                       
                        
     Sinemanın kökeninde yer alan görüntünün retinada iz bırakması olgusu, çok eskiden, muhtemelen 10. yüzyılın sonundan beri biliniyordu. Temelini buradan alan birçok teknik gelişme bunu takip etti; Belçikalı bir fizikçi, Joseph Plateau, 1832'de fenakistiskop'u icat etti. Bu alet belli bir hareketin aşamalarını saptayan bir dizi görüntüye sırasıyla ve hızla bakıldığında gözde hareket aldanması yaratmaya yarıyordu. 1851'de Jules Duboscq, elle çizilmiş ya da renklendirilmiş görüntülerin yerine fotoğraf kullanmayı denedi. Stereofantaskop ya da biyoskop denilen bu yeni alet sonradan birçok değişikliğe uğradı ve geliştirildi. 1853'te Avusturyalı Uchatius büyülü fener ile fenakistiskop’u birleştirerek hareketli görüntüleri bir ekrana yansıtmayı başardı. Bu düşünce sonradan, 1870'te, özellikle Bourbouze ve Heyl tarafından yeniden ele alındı. 1892'de Thomas Edison kinetograf adlı bir çekim makinnesinin telif hakkını tescil ettirdi. Ne yazık ki filmleri görmeyi sağlayan kinetoskop görüntüyü ekrana yansıtma olanağından yoksundu; çünkü bu alet, filmin bir büyütecin ardında düzenli bir hızla döndüğü bir kutudan ibaretti. Bu yüzden görüntüler küçüktü ve ancak tek bir seyirci tarafından izlenebilmekteydi. Thomas Edison ile başlayan serüvende Sinematografı icat etme onuru Fransız kardeşler Louis ve Auguste Lumiere’e aittir. Sinema tarihinin mihenk taşları sayılan Lumiere Kardeşler Yedinci Sanatın ilk ustalarındandır.


Kinetoskop
     Sinema makinası bir projeksiyon aleti olup, film kamerası tarafından kaydedilen seri haldeki görüntüleri ekrana yansıtır. Görüntüler gözün fark edemeyeceği hızla değiştiği için ekrandaki görüntü hareketli zannedilir. Bu hadise güneşe çok az bakıp gözünü kapatan bir kişinin gözünde, bir müddet karartı izinin devam etmesi esasına dayanır. Sinema makinesinin prensip olarak ışık üreten bir lambası, ışığı yansıtan reflektörü, film şeridini belli bir hızla hareket ettiren mekanizma, film hızı ile koordineli olarak ışığı kesip tekrar açan, döner diyafram mekanizması ve mercekleri vardır. Işığın kesilip açılma sayısı saniyede 24 veya 48 adettir. Bu sayılar ışık titreşimini azaltmak içindir.

     Lumiere Kardeşlerin kamuya açık ilk gösteri 22 Mart 1895'te, Bilimler Akademisi Başkanı, astronom Mascart'ın başkanlık ettiği Ulusal Sanayiyi Özendirme Derneği üyeleri önünde yapıldı. Lumiere'in sinematografı, aynı yılın 28 Aralık tarihinden itibaren Paris'teki Grand Cafe'nin bodrum katında halka açık gösterilerde kullanılmaya başladı. Fakat o zaman ki insanlar neye şahit olduklarının ve Lumiere Kardeşlerin ne yaptığından kimsenin haberi yoktu.

      İlk sinema sadece siyah beyaz hareketli görüntüden ibaretti. Sessiz sinema döneminde Lumiere Kardeşler daha çok günlük hayatı konu alan ve aktüalite filmler yaptılar. Bu filmler daha çok ticari amaçlı yapımlardı. Ticari gelenekten kopartan ve sinemanın asıl gücünü veren yönetmen Georges Melies oldu. 1902 yılında çekilen Aya Yolculuk filmi bugün dahi kullandığımız sinema teknikleri ile bizlere armağan edilmiş oldu. İlk sinema filmleri tiyatrolardan uyarlanarak çekildi. Ardından bu alanı romanlar doldurdu ve gelişimi sınır tanımadan devam eder oldu. Dünya tarihini değiştiren I.Dünya Savaşı sinemanın yeni yollar ve kendi kendini keşfedecekti. Fransa'da başlayan fakat savaş nedeniyle düşüş trendine giren alan Amerikan sinemasını güçlendiriyordu. 1914'ten başlayarak Amerikan film piyasasına hakim oldular ve Los Angeles'in yirmi kilometre kadar dışındaki, iki yüz nüfuslu, küçük bir yerli yerleşim merkezinde, Hollywood'da şirketler kurdular. Bu yer dünya sinemasının başkenti, "sinemanın Mekke'si" olacaktı. Bu süreçte hayatımıza birçok usta girecek ve bir daha çıkmayacaktı;  David Wark Griffith, Thomas Harper, Buster Keaton, Max Linder, Charlie Chaplin ve sayamadığım onlarca usta her birinin yeri hatırı sayılır kalacaktır. 
     
      7.Sanat Sinema Kulübü olarak bir grup öğrenci ile İstanbul Üniversitesinde faaliyet göstermekteyiz. Kulübün bu yıl etkinlik takvimine günümüz dijital formatından uzaklaşıp 1976 yapım Sinema Makinesi ile sinemanın önemli dalı olan canlandırma sanatı, bilinen adıyla çizgi film, gösterimi yaptık. Bir an olsun bulunduğumuz dünyadan ayrıldık ve makinenin büyüsüne kapılarak nostalji yaptık. 8 mm film şeritleriyle Tom ve Jerry, Asteriks ve Sheep Dog çizgi filmlerini gösterdik. Önemli görüyorum ki ilk çizgi film videosunu yazının altında bulacaksınız . Dünden bugüne sinema gelişmeye devam ediyor. Bu süreç devam ettikçe umutlarımız, hayallerimiz ve dünyamız yenileniyor. Bu büyüye karşı koymak söyle dursun hayatımızdan çıktığı zaman eksikliği yaşam enerjisiyle aynı oranda oluyor.(Benim için en azından) Bu enerjiyi ben Lumiere Kardeşlerde buldum. "Lumiere" Fransızca ışık anlamına gelir. Onların ışığı bugün bile bize yansımaya devam ediyor. Eğer Lumiere Kardeşlerin bu bilim merakları ve yaşamı yansıtma tutkuları olmasaydı biz bugün bunların hiç birini yapamayacaktık. Bu yüzdendir ki önlerinde saygıyla eğilmekten kendimi alamıyor ve onları canı gönülden alkışlıyorum.

Yazan: Vedat Kılıç



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.