Filmimiz 19.yüzyılın sonlarında değişmekte olan Londra'da önceleri arkadaş olan iki sihirbazın trajik bir olay üzerine önce rakip, daha sonra da düşman olmalarını anlatıyor. Öyle ki birbirlerinin hayatını karartmaktan çekinmiyorlar. Filmin başrolünde ise çok yetenekli ve büyük oyuncular var: Hugh Jackman, Christian Bale gibi iki büyük isme oyunculuğunun en olgun çağındaki Michael Caine ve kariyerinin başında bir Scarlett johansson eşlik etmiş. Tesla rolünde ise yakın zamanda hayatını kaybetmiş ünlü müzisyen David Bowie'yi görüyoruz. Film sihirbazları konu alıyor ama filmdeki en büyük sihirbaz Christopher Nolan kameranın arkasında oturuyor. Nolan karmaşık sayılabilecek bir hikayeyi basit bir temele oturtmak gibi zor bir şeyi çok kolay gibi gösteriyor. Durağan gözüken akıcılığıyla adeta özgün bir ekole dönüşen "Nolan tarzı"nın en büyük örneklerinden biri olmuş film.
Filmin kritiğine gelirsek kesinlikle "izlenilmesi gereken filmler" listenizde olması gereken bir başyapıt. Her şeyden önce kişisel fikrime göre Bale, Jackman ve Caine bir film süresi boyunca (amiyane tabirle) kart oyunu oynasalar oturup izlenilesi bir şey çıkar ortaya. Nitekim bu oyuncular filmde her oyuncunun çıkmak istediği seviyede bir oyunculuk performansı sergilemişler. Angier'in (H.Jackman) hırsı, Boden'ın (C.Bale) tutkusu, Cutter'ın (M.Caine) ustalığı çok güçlü bir şekilde geçiyor seyirciye.
Film, bir dönem filmi olmasına rağmen döneme özgü unsurlara çok girilmemiş, daha çok hikayedeki detaylar izleyenlere aktarılmaya uğraşılmış. Bunu yönetmen de doğruluyor zaten. Film alıştığımız Nolan filmlerine aksi bir yönde seyretmeyerek yaşama dair bir çok fikri ve felsefi düşünceyi satır aralarında barındırıyor. Verilmek istenen mesajlar bazen gözümüze sokulurcasına bir sahneye hakimken, bazen diyalogların arasına serpiştirilmiş şekilde bulunuyor. Örneğin Cutter'ın Angier'a söylediği "saplantı gençlerin oyunudur" cümlesi ya da yine Cutter filmin başında ve sonunda seyirciye attığı tirat aklıma ilk gelenlerden. Bu ve benzeri sebeplerden film birden çok kere izlenilmeyi hak ediyor ve her izlenildiğinde biz izleyenler için sakladığı bir başka sürprizi açığa çıkarıyor.
Filmi defalarca izledim ve her seferinde filme olan bakış açım yerini yenisine bıraktı. Filmde sıkça duyacağınız "Transported Man"(yer değiştiren adam) numarasının sırrını anlamak için bile kafa yormanız ve İnternet'te forumlarda dolanmanız gerekebilir. "Hiç mi kötü tarafı yok filmin?" diye sorulabilir. Tabii ki var. Kanaatimce film çok ucu açık bırakılmış bir sona sahip ve de bu filmin bilim kurgu mu yoksa dram mı olduğu noktasında seyirciyi çok muallakta bırakmış ama bu kadarı kadı kızında da var, demekten kendini alamıyor insan.
Film benzer bir konuyu işleyen "The Illusionist" ile aynı sene çıkmış olmasına rağmen muadilinden sıyrılmayı başarmış ve sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmayı bilmiş. Defalarca izlenebilecek, yıllarca eskimeyecek bir film izlemek istiyorsanız "The Prestige" size çok şey vadediyor. Filmle ilgili yazıyı ekşi sözlükte okuduğum ve çok sevdiğim bir entryle bitirmek istiyorum:
- "Bence sinema tarihinin en sihirli filmidir bu."
https://tr.wikipedia.org/wiki/Prestij
https://eksisozluk.com/entry/66808523@sozluk
Yazan: Umut Necati Dönmezer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.