Film Kritik (The Wall)

Bir Döneme Tanıklık Etmek: Pink Floyd-The Wall

Bir sinema filmini düşündüğümüzde aklımızda ne canlanır? Veya ne canlanmalı? Ya da bir filmi film yapan özellikler nelerdir?

Şahsen kendi kafamda bu kelimeyi tarttığımda “sanat” olgusunu göz ardı edemiyorum. Belli bir sanatsal kaygı içerisindeyim, evet. Ayrıca bir film belli bir konuya özgü olmalı ve belli gerçeklik unsurları içermelidir. En azından bu benim kafamda idealize ettiğim film kavramıdır. Kısaca benim “film nedir?” sorusuna yanıtım; gerçekliği sanatla harmanlayan ve belli bir konu üzerinde temellendirilen görsel ve medyatik sanat eseri. Ancak tüm bunların yanında, sinema filmlerinin çoğunun bir özelliği (ya da görevi) daha vardır: bir döneme tanıklık etme. 


Her ne kadar dönemlere tanıklık etme ya da bir dönemi aydınlatma uğraşı tarihçilerin veya belgesel yapımcıların işi de olsa, biz bu fonksiyonu çokça filmde görürüz. Çünkü her film ne kadar bir sanat eseri de olsa; belli bir zaman içerisinde geçmekte ve bir veya daha fazla mekana ev sahipliği yapmaktadır. Çünkü sinema filmlerini izlenir kılan ögeler de biraz bunlardır. Bu unsurlar insanların filme kapılıp gitmelerini ve belki de bazı karakterlerle kendilerini özdeşleştirmelerini sağlar. 

Filmlerin bu fonksiyonlarını yerine getirmeleri için illa ki bir dönemi anlatmaları da gerekmemektedir. Çünkü -fantastik filmleri bunun dışında tutarsak- her film belli bir zaman ve mekana içkindir. İyi bir film de bu zamansal ve mekansal olguların sanatla iyi harmanlanmış bir şekilde seyirciye sunulmasıyla mümkündür. Zira, filmlerde karşımıza çıkan karakterler gerçek hayatta da karşımıza çıkması olası karakterlerdir (yine fantastik filmleri bu olgunun dışarısında tutmaktayız). Bu karakterler, filmin mekan ve zamanıyla içkindir. Karakterlerin davranışlarını da bu zaman ve mekanın birlikte yarattığı sosyo-kültürel atmosfer şekillendirmektedir.

Yine bir filme realite enjekte eden bir diğer unsur da filmin senarist veya yönetmenidir. Bu senarist veya yönetmen (veya her ikisi birden) yaşadığı zaman ve mekanı hazmedip bu olguları filmine yansıtabilir. Zira senarist/yönetmenin iç dünyasını da bu filmlere de içkin olacak olan sosyo-kültürel atmosfer şekillendirir. Sinemada izlediğimiz filmler ise yönetmen/senaristlerin iç dünyalarının yansımalarından ibarettir (bu sefer fantastik bir film için de geçerli olabilecek bir olgudan söz ediyoruz). 


       Başlık konumuz The Wall'a gelirsek; filmi film yapan öğeleri bir bütün olarak incelememiz gerekecektir. Bu bütünün üç parçası vardır: zaman ve mekan, Pink Floyd-The Wall albümü ve hem albümün yaratıcısı hem de filmin senaristi Roger Waters. 

Zaman ve mekan olgularına gelmeden önce albüm ve Roger Waters üzerinde durmakta fayda vardır. Öncelikle Pink Floyd grubunun kuruluş tarihinin 1965 yılı olduğunu belirmekte fayda var. Grup belki de döneminin gereği olarak felsefi ağırlıklı ve yer yer sarkastik-eleştirel şarkı sözleri yazmaktaydı. Zira grubun kuruluş tarihi Soğuk Savaşın en çetin geçtiği ve 20'li yaşlardaki gençlerin çeşitli bunalımlar atlattığı dönemlerdi. Pink Floyd şarkıları da bu bunalımların ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Nihayet 1979 yılının sonlarına geldiğimizde grubun kurucu elemanlarından Roger Waters, gençliğinin baharında deneyimlediği Soğuk Savaşın yarattığı bunalımları bir ürün haline getirecek ve The Wall (Duvar) albümü ortaya çıkacaktır.

     Filmi film yapan ikinci unsura gelirsek; The Wall albümü kesinlikle filmden ayrı düşünülemez. Zira filmin senaryosunun kaynağı olacaktır. Bunu da çoğu Roger Waters tarafından yazılmış şarkı sözleri sayesinde yapacaktır. Pink Floyd karakteristiğinin değişmez unsuru felsefi ve eleştirel şarkı sözlerini bu albümde bolca görmekteyiz. Şunu da unutmamak gerekir ki, filmden önce albüm bir Roger Waters ürünüdür. 

      Zaman ve mekan kavramlarından bahsetmemiz gerekecek olursa, yine Roger Waters'a odaklanmamız gerekecektir. Filmin zamanı tam olarak Roger Waters'ın doğup büyüdüğü ve orta yaşa yavaş yavaş girdiği yıllara denk gelmiştir. Keza mekansal olarak da Roger Waters'ın hissettiği yoğun bunalımlara ev sahipliği yapmış olan ABD ve İngiltere seçilmiştir, ki Roger Waters zaten İngilizdir. Yani film -ve tabii ki de albüm- zaman ve mekanını her şeyiyle beraber gerçek dünyadan almıştır. 

Özetle bunları toparladığımızda, öncelikle Soğuk Savaşın bunaltıcı atmosferinden etkilenmiş bir Roger Waters; bu şahsın kurduğu ve yine benzer bunalımları yaşayan grup elemanlarından oluşan, bu bunalımların yön vereceği şarkı sözleri yazacak olan Pink Floyd grubu; bu grubun Roger Waters başta olmak üzere deneyimlediği ve bu deneyimlenen bunalımların bize anlatılacağı The Wall albümü; bu albümün şarkı sözlerinin de senaryosunu oluşturacağı The Wall filmi yaratılmıştır. Bu nedensellik zinciri neticesinde de The Wall; Soğuk Savaş dönemi gençliğini isyanlarıyla, hırslarıyla, aşklarıyla, kısacası hayatlarıyla bize sanatsal bir şekilde anlatacak, bir karakter üzerinden bize Soğuk Savaşın giderek yalnızlaştırdığı bireyleri gösterecek ve yer yer de kendimizi sorgulatacak, tabiri caizse tadından yenmeyecek bir film olarak ortaya çıkmıştır. Film ve albümün ismi (The Wall-Duvar) da bu içkin sebeplerden ötürü manidardır. Çünkü biz, yine filmin zaman ve mekanına içkin baş karakteri üzerinden bize tanıtılmış olan Soğuk Savaş gençliğinin çevrelerine ördükleri soyut duvarlara tanık olmuşuzdur. Kısaca; The Wall filmi tüm taşkınlık ve bunalımlarıyla Soğuk Savaş dönemine ışık tutmuş bir film olmuştur. İzlenmesi kesinlikle tevsiye olunur.

Yazan: Erdoğan Can Elden



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.