Ev Yapımı Bir Festival: İsveç Film Günleri

Her şey 2016 Kasımı’nda gelen bir maille başladı.
İstanbul İsveç Başkonsolosluğundan gelen bu mailde kulübümüzle beraber film gösterimleri yapma teklifi yer alıyordu.
Daha önce kendi aramızda fakültenin sınıflarından başka bir yerde film göstermeyen biz, ilk başta bu teklife çok şaşırmıştık.
E tabii heyecanlanmıştık da.
Üstelik teklif bir konsolosluktandı. Biz henüz iktisat fakültesinden sıyrılıp komşu fakültelerdeki öğrencilere hitap etmenin sevincine yeni yeni alışmışken bu kendimizi birden uluslar arası sularda bulmak demekti.
Neden sadece İstanbul Üniversitesi öğrencilerine değil, halka da açık bir festival düzenlemeyelim ki?
Kongre Merkezi’nde şöyle birkaç gün rahat rahat film izlesek az mı?
Gibi sorular dönüyordu zihnimizde…



Dilimize pelesenk ettiğimiz ‘’her geçen gün büyüyoruz’’ lafı tüm somutluluğuyla kendisini göstermeye başlıyordu.
Gösterimler sırasında sınıfta perde olmadığı için camlara siyah karton asan biz, ses sistemleri arızalı olduğu için kendi ses sistemimizle ‘sesimizi’ duyurmaya çalıştığımız biz, yine gerekli altyapının varlığını sorgulamadan gelen bu teklifi geri çevirmeyecektik.
Öncelikle bu projenin gerçekleşmesi için hali hazırda her hafta yaptığımız Ustalara Saygı Kuşağı’nın ve Özel Seçkiler Kuşağı’nın sistematiğinin oturmasını, ismini İsveç Film Günleri koyduğumuz bu projeye de kendimizi hazırlayabilmemiz için de havaların ısınmasını bekleyecektik.
Ara vakitte de boş duramazdık tabii.
Bizi nelerin bekleyeceğini ve hayalimizdekilerin ne olduğunu konuşmalıydık.
Kaç film izleyecektik?
Tek salonda mı gösterim yapacaktık yoksa eş zamanlı gösterimler mi?
Kaç günlük bir etkinlik olacaktı?
Konsolosluk aracılığıyla İsveç Enstitüsü’nden bize gelen filmleri seçerken ince eleyip sık dokuduk. 60 küsur film gelmişti. Adı sanı bilinmeyen tüm bu filmleri türüne, yönetmenine, konusuna, dakikasına ve İMDB puanına göre filtreledik. Kendi puanımızı verdik. Topladık, çıkardık, çarptık, böldük. Ortaya gösterdiğimiz bu on dört film çıktı.
Tüm bu maratona başlamadan önce de kulüp-konsolosluk ilişkisini ve kulüp-okul ilişkisini canlı tutuyorduk.
Derken havalar ısındı, güneş tekrardan açtı, cemre düştü, beşinci günün şafağı da bizim için gelmiş oldu.
Maraton başladı.
Biraz zor olacaktı ama meyvesi de tatlı olacaktı.
Hep bir elden bu işe sarılmaya başladık. Önce fakülteden sonra da rektörlükten gerekli izinleri aldık. Afişimizi tasarladık, istediğimiz gibi Beyazıt’taki tüm fakültelere afişimizi asamasak da İktisat ve Hukuk Fakültesine afişimizi çıktık. (Buraya ayrıca bir dipnot düşmeliyim. Kulübümüzün bir sponsoru yok. Her gösterimi kendi sınırlarımızı zorlayarak gerçekleştirdik.)
İleride stantlarımızda da kullanmak üzere 2 adet roll-up yaptırdık. Film günlerinden bir önceki hafta her gün tanıtım standına çıktık. İyi organize olmaya çalışıp sabah 10’dan öğlen 15’e kadar hem merkez binada hem de iktisat ek binada olmaya çabaladık.
Branda bastırdık. Kulübün ilk gününden beri gelişimine şahit olan beni duygulandırmadı desem yalan söylemiş olurum. Böyle fiyakalı fiyakalı ‘’İstanbul Üniversitesi İsveç Film Günleri’’ yazıyor. Altında okulun, kulübün, konsolosluğun ve enstitünün logosu…
Film günlerine özel blog adresi açtık. İsveç Film Günlerine dair her ayrıntının bulunduğu bir blog adresi: Gösterilecek filmler, konuları ve fragmanları; etkinlik takvimi, filmlerin gösterileceği salonların fotoğrafları ve kongre merkezini bulabilmek için bir kroki vb.

isvecfilmgunleri.blogspot.com.tr

İsveç Film Günleri Tanıtım Filmi hazırladık. Göstereceğimiz filmlerden ufak sahneler içeren bir video. Videoyu hazırlarken daha elimizde diskler bulunmadığı için internetten film sahnelerini bulmak bile ayrı bir zorluktu.
Tanıtım filmimizi geleneksel gösterimlerimizde de izlettik, sosyal medya hesaplarımızda da kullandık. Ayrıca
İsveç Film Günleri’nin reklamını da sosyal medyada aktif bir şekilde yapmaya çalıştık. Bir basın bülteni hazırladık. Haberimiz büyük gazetelerde yayınlanmasa da takip ettiğimiz Facebook ve Twitter hesaplarında paylaşılması tıklanma sayımızı artırdı.
Ve programı hazırlamaya başladık. Enis Rıza açılış törenine gelmeyi ve bizimle bir söyleşi yapmayı kabul etti.
Bilen bilir ki 1948 doğumlu Enis Hoca, Türkiye’de genç sinema akımının kurucularından ve birçok belgeselde imzası bulunan bir yönetmen.
Hocayla beraber ‘’İsveç Sinemasında Bergman’ı Aramak’’ isimli mükemmel bir söyleşi yapacaktık 14 Mart Salı sabahı…
Sıra gösterim yapacağımız salonların kontrolüne gelmişti. Kulübümüzün kuruluşundan beri gösterimlerde teknik arızalardan kurtulamayan biz, yine çizgi filmlerdeki gibi sadece bize yağan bulutu üzerimize çekmeyi başaracaktık.
Filmler Blu-ray’di fakat kongre merkezinde Blu-ray oynatıcısı olan bilgisayar yoktu. Bir şekilde çözdük, bir yerlerden Blu-ray disk açıyor diye Playstation 3 bulduk. Bu sefer projeksiyon aletini Playstation’lara bağlayamadık. Ayrıca bir salonun ses sistemi de çalışmıyordu. Elimizde filmler vardı fakat sesimiz de yoktu görüntümüz de…
İlk defa bir festival işine girişmiştik. Kongre Merkezi üç gün bizimdi. Eş zamanlı iki gösterim yapacaktık. Sabah seansı, öğle seansı, öğleden sonra seansı…
Sandalyelerimiz ve projeksiyon perdemiz vardı toplamda. İhtiyacımız olanlar projeksiyon cihazı, Blu-ray player ve ses sistemi… Yani bir filmi göstermek için her şey…
Acemiliğimiz de bu yönden oldu. Film gösterimlerine birkaç gün kalmasına rağmen hala provamızı yapamıyorduk.
Bu tarz sorunlara normal gösterimlerimizde de alışık olduğumuz için yine her şeyi kendimiz çözmeye çalışacaktık.
Öncelikle yattı balık yan gider dedik, bir Blu-ray player edindik. Diğer salonda da Playstation 3 kullandık. Aramızda projeksiyon cihazı olan da çıktı. (Bir insanın neden projeksiyon cihazı olsun ki?) Bir salonun ses sistemi çalıştığı için diğer salonda da normal gösterimlerde kullandığımız ses sistemini kullandık.
Böylece bu sorunları da çözmüş olduk.
Açılış töreninden sonra yapacağımız kokteyl için de çok uğraş verdik. Kendi ellerimizle yaptığımız kanepelerden, konuklara armağan etmek için çiçeğe; masa örtülerinden, içeceklere kadar her şeyin en ince ayrıntısını düşünüp bu işin de içinden hakkıyla çıktık.

Artık hazırdık.
Açılışımıza birçok değerli konuğun yanı sıra Dekan Yardımcımız Halil Tunalı ve İsveç Başkonsolosluğu’ndan Kültür Ateşesi Suzi Erşahin katıldı.
Açılış konuşmalarının ardından söyleşiye ve sonrasında kokteyle geçtik. Artık motor denilmişti ve film başlamıştı. İsveç sinemasına boğulacaktık.




Dilerseniz kısaca bir filmlerimize de bakalım:
Tresspassing Bergman: Ünlü yönetmenler eşliğinde Bergman’ın evine yolculuğa çıktık.
Bikes vs Cars: Arabalara karşı bisikletlerin tarafını tutan bu belgesel dünyanın geleceğini de bize tartışmaya açtı.
Astrid: Film, Türkiye’de de tanınan İsveçli ünlü çocuk edebiyatçısı Astrid Lindgren’in biyografisini konu alıyordu.
TPB AFK: Açılımı ‘’The Pirate Bay Away from Keyboard’’ olan film teknolojinin gelişimiyle bireysel özgürlükler arasındaki bağı sorgulatıyordu.
The 100 Year Old Man Who Climbed Out The Window And Disappeared: 100 yaşındaki Allan’ın huzurevinden kaçışı ve sonrasındaki komik olaylar zincirini izledik.
We Are The Best: Punk grubu kurmak isteyen 13 yaşındaki üç çocuğun öyküsünü izledik.
Slaves: Sudan’daki İç Savaş’tan kaçan çocuklara odaklanan on beş dakikalık bir kısa filmdi.  Aynı zamanda bir animasyondu.
Music For One Apartment And Six Drummers: Apartman sakinlerinin ev eşyalarıyla müzik yaptıkları keyifli bir kısa filmdi.
Little Children Big Words: Büyümüş de küçülmüş öğrencilerin öğretmenlerine yetişkinlerin kelimeleriyle sorular sormalarına izleyici olduk.
I Am Round: Bir toplumda farklı olmanın, rol yapmanın ve üç maymunu oynamanın anlatıldığı bir animasyon kısa filmdi.
Palme: İsveç Eski Başbakanı ve İsveç’te sosyal demokrasinin kuruculuğunu yapmış olan Olaf Palme’nin hayatını izledik.
Nice People: Film, Somalili göçmenlerin buz hokeyi yaparak İsveç’te tutunma hikâyelerini anlatıyordu.
The Circle: Altı kadının esrarengiz bir parkta doğaüstü güçlere sahip olmalarının öyküsüydü.  Kulüp olarak da ilk defa bir korku filmi göstermiş olduk.
The Last Sentence: Fim, 1930’larda faşizm tehdidine karşı halkı uyaran bir gazetecinin hayatına odaklanıyordu.
Gösterdiğimiz filmler hakkında daha ayrıntılı bilgiler almak isteyenler blog adresimizi ziyaret edebilirler:

yedincisanatsinemakulubu.blogspot.com.tr

Ve ilk defa bir festival tecrübesi yaşamıştık. İyisiyle kötüsüyle. Artısıyla eksisiyle. Az önce demiştim. Tüm bu işleri bir sponsorumuz olmadan halletmiştik. Herkes bir işin ucundan tutmuştu. Belki sponsor işimizi çok kolaylaştırabilirdi ama bunun da keyfi başkaydı. ‘’Ürünlerimiz el değmeden üretilmektedir’’ diyebilirdik. Ama şimdi diyoruz ki İsveç Film Günleri projesinin her aşamasına elimiz değmişti. İzinleri alırken kullanılan eller, afişleri bastırırken kullanılan eller, brandaya düğüm atarken, kanepeleri yaparken, film düzeneğini kurarken, bardaklara meyve suyu dökerken, konuklarla tokalaşırken, fotoğraf çekerken ve filmi izlerken dikkatimizi verip çenelerimize koyduğumuz ellerle ortaya çıktı bu festival. Ev yapımı, organik bir festival…
Bundan sonra yapacağımız etkinlikler için de kendimize ders çıkardık, tecrübe edindik. Kim bilir, belki de bu proje bizi her sene bunun gibi organizasyonlar yapmaya iter?
Sonuç olarak sinemaseverlerle birlikte üç günde toplam on dört film izlemiş olduk. Verdiğimiz her emeğin karşılığını da almıştık. Festival büyüsünü insanlara verebilmiştik. Bergman’ı daha yakından tanımıştık, İsveç sinemasını öğrenmiştik. Yaptığımız her gösterimde olduğu gibi, İsveç Film Günleri’nde de sinemaya dair pek çok şey öğrenmiştik.
Biraz zor olmuştu ama meyvesi tatlı olmuştu…

Yazan: Bedrettin Furkan Yıldırımer

2 yorum:

  1. Umarım daha nice festivaller görürüz 👏👏

    YanıtlaSil
  2. Müthişsiniz... Bu kulübe dahil olmuş olmak ne gurur verici ! Tebrik ederim hepinizin ellerine sağlık :)

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.